NÜKLEER SİLAH & NÜKLEER ENERJİ & NÜKLEER KRİZ

: Ortadoğu Meselesine Nükleer Pencereden
Bakınca
Eylül
2019
Ortadoğu
coğrafyasına son sıcak gelişmeleri de dikkate alarak tekrar bakmak gerektiğini
düşünüyorum. Bunun için öncelikle bir soruyla yola çıktım: Ortadoğu’nun asıl
meselesi nedir? Terör mü? Kitle İmha Silahları (KİS) mı? Totaliter rejimler mi?
Yabancı ülke askerlerinin bölgedeki etkileri mi? Bilinen pek çok yapay ve doğal
kaynaklı sorun var, değil mi? Bu süreçteki meseleler terör, rejimler, savaşlar,
mülteciler ve başka içeriklerle ortaya çıktı; nükleer silah meselesi üzerinden
pek olmadı. Acaba neden? Bu konu unutuldu mu? Her bir konunun üzerine asıl
başlık olarak “Ortadoğu’daki nükleer tehdit” meselesini koyarsak, size göre
ortaya nasıl bir sonuç çıkar dersiniz? Bu sorunun cevabını arayacağız. Ama,
“Olan gelişmelerin tek sebebi budur,” şeklinde bir iddiayı ispatla
ilgilenmediğimi başta ifade etmek isterim. Yapılmak istenen, Ortadoğu’ya ve
dolayısıyla Türkiye’nin ilişkilerini, “Bir de bu pencereden bakarsak ne
göreceğiz?” sorusuyla ilgilenmek olacaktır.
The National Interest’te 20 Eylül 2015 tarihinde
Daniel R. Depetris imzalı “İsrail’in Nükleer Silahları”[1] başlıklı bir yazı yayımlandı. Daniel bu
yazısında İsrail’in nükleer cephaneliğine dikkat çekiyor ve bu konuda bilinmesi
gereken farklı düşünceleri ortaya sürüyor. Tarafsız bir gözle bakanlar için
Daniel’in soru işaretlerini yabana atmamak gerekiyor. Bana Daniel’in tartışmaya
açtığı konu ilginç geldi. Sanki İsrail’in nükleer gücü neden kontrol edilemiyor
diyor?
Hatırlanacağı
gibi yakın zaman içinde İran ile Amerika, aslında İsrail dahil Batı dünyası,
İran’ın nükleer kabiliyetleri üzerine bir anlaşmaya vardı. Eylül 2015 ayında
Washington İran Nükleer Anlaşması İnceleme Kanunu üzerine bir tartışma
içindeydi. Bu tartışmada başta Ortadoğu olmak üzere, dünyanın nükleer
silahlardan arındırılması hususu görüşülüyordu. Ancak basit bir çelişki
akılların arkasında hep yer aldı. Ortadoğu İsrail’den dolayı zaten bir nükleer
cephaneliğe sahipti. ABD-İsrail koalisyonuna göre bu nükleer cephanelik
Ortadoğu ve dünya için bir “caydırıcılık” amacı taşıyordu. Suriye ile ilgili
son olaylara göre bakacak olursak, İsrail’in nükleer kabiliyeti İran’a mı,
Rusya’ya mı, asıl kime karşı caydırıcı olduğu kabul edilecekti? Eğer bu nükleer
kabiliyetin gücü tüm dünyaya ABD-İsrail ittifakıyla “Bölgede haritayı biz
çizeriz, siz karışamazsınız, siz IŞİD ile ilgilenin,” türünden konular için işe
yarıyorsa, evet, işe yaradı!..
Gelelim
İsrail’e… İsrail devleti 1948’de kuruldu. İlk Başkan David Ben-Gurion İsrail’in
en büyük düşmanının Arap devletleri olduğunu açıkladı. Ardından ülkede nükleer
çalışmalar başlatıldı ve bir nükleer cephanelik inşası için çok uzun süre
geçmedi. 1960’larda İsrail, “tekstil fabrikası yapıyorum,” dedi, ABD bu
yapılana “metalürji araştırma kurumu” adını taktı ve dünya konuyu çok geçmeden
öğrendi. Bu nükleer silah tesisiydi. 1963 yılına gelindiğinde o zaman İsrail
DİB olan Shimon Peres ile ABD Başkanı John F. Kennedy birbirlerine nükleer
konuda güvence vermişlerdi bile.
Kennedy’nin
bahanesi belliydi. SSCB’nin başındaki Nikita Khrushchev onu çok zorluyordu.
Küba Krizi ile SSCB, Amerika’nın dibine füzelerini yerleştirmişti. O halde
Amerika İsrail nükleer kabiliyeti ile bir anlamda SSCB’ye karşı önlem
almalıydı. Buna kimse karşı koyamayacak bir noktadaydı. Zira Khrushchev’in
müttefiki Ortadoğu’daki Irak ve Suriye istendiğinde SSCB tarafından nükleer
silahlarla donatılabilirdi. Nitekim benzeri oldu. SSCB bölgeye nükleer silah
deposu değil, bunun yerine kimyasal silah deposu inşa etti. Bilindiği gibi
üzücü de olsa bu ülkelerdeki diktatörler rejimlerini korumak adına kendi
halklarına bu silahları kullanmaktan geri kalmadılar, asıl amaçları ise
başkalarını caydırmak idi. Diktatörlük rejimleri kendileri için her şeyi göze
alıyorlardı. Terör estirmek, hukuku kendi lehlerine kullanmak veya halka sarin
gazı atmak vb kolay işler sınıfından kabul edildi. Bugün IŞİD bile depolardan
bazı kimyasal silahları ele geçirip kullanıyor. Korkulan şey neydi? Kimyasal
gaz gibi KİS’lerin Halepçe’de veya Halep’te değil de; korkulanın KİS’i olan
ülkelerin kentlerinde kullanılma ihtimalinin var olmasıydı. Bu tür silahlar
hiçbir yerde kullanılmasın istiyoruz, değil mi? En azından benim düşüncem
böyle.
O vakitler
NATO, İsrail’in bu nükleer kabiliyetini hiç yadırgamadı, “Belki bir gün bizim
için de gerekli olabilir,” düşüncesiyle baktı. Durum böyleydi. Bugün NATO
bölgedeki dengeler içinde İsrail’i nasıl değerlendiriyor, iyi bilmek gerekli.
İsrail 1950’den
sonra Araplarla çok sayıda savaş yaptı. Peki, hiç nükleer silah kullanmasına
gerek oldu mu? Hayır. Çünkü tüm savaşlarını konvansiyonel kabiliyetlerle
kazandı. Ayrıca karşısında duranların elinde atabileceği bir nükleer silah da
yoktu; ta ki İran’ın nükleer programına kadar. Tam bu noktada ABD ile İran
anlaştı ve şimdi İsrail yine rahat görünüyor.
İsrail’in ne
kadar nükleer silahı olduğunu kim biliyor? Tamamen tevatür: 45-400 adet nükleer
silahın varlığı söyleniyor. Söylenenlerin birbirinden bu denli farklı olmasına
bakılırsa, kimse asıl cevabı bilmiyor. Dünya neredeyse henüz nükleer silahı
olmayan İran’a savaş açacaktı. Hatırlayalım, BM’in denetçileri bir gidip bir
geliyordu. Denetlensin elbette, hem herkes; hatta İran’ın da başkasının da her
tür silahı olmasın isteriz. İnsanlık böyle ister.
Peki,
Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu (UAEK) İsrail nükleer bombasının sayısını,
tipini, özelliklerini, kullanılma ölçütlerini biliyor mu ve bu konuda İsrail’e
yeterli denetimlerini yapıyor mu? UAEK’in 2010 yılındaki 189 ülkenin imzasıyla
başlattığı Ortadoğu’nun Nükleer Silahlardan Arındırılması girişimi için 2012’de
İsrail’e bir davet yapıldı. İsrail bu daveti basit gerekçelerle ret etti. Daha
geçen hafta ABD, İngiltere, Fransa, Kanada ve diğer 60 UAEK üyesi ülke nükleer
program için İsrail’e bir çağrı daha yaptı; ama yine ret cevabı alındı. Ancak
İran ile bir anlaşma yapan Barack H. Obama bu konuda İsrail’e nasıl bir
yaptırım getirecek, merak konusu oldu.
Şimdi
Ortadoğu’da ne tür meseleler var listeleyelim: 1) Küresel terör tehdidi, 2) KİS
gurubundan kimyasal silahların kullanılması, 3) Suriye’deki askeri üslerinden
nükleer silah kullanılabilecek bir Rusya’nın mevcudiyeti, 4) BM ve uluslararası
aktörleri nükleer yönden umursamayan bir İsrail, 5) Olup biteni umursamaz
görülen ve ancak kendi insanına zulmetmeyi becerebilen totaliter rejimler.
Bugün
Ortadoğu’da insanlar konvansiyonel silahlarla öldürülüyor. Ya da zulümden
kaçmak isteyenler denizlerde boğuluyor. Suriye meselesinden dolayı önemli bir
mülteci sorunu ortaya çıktı. Dünya bu tür ölümlere karşı daha müsamahakârmış
gibi duruyor. Ancak terörün ve KİS’lerin gözardı edilmesi mümkün değil. Bu
konuda Batı dünyası İsrail’i bölgede bir sigorta poliçesi gibi görüyorsa, bu
konu sorgulanmalıdır. Uluslararası güçler hem terörün hem de KİS’lerin
kontrolünün kendisinde bulunmasını istiyorsa, bunu da tartışmaya açmak gerekir.
Sizce
Ortadoğu’da işler nasıl normalleşir? Örneğin, İsrail nükleer denetime girer mi?
Terör durdurulabilir mi? Rusya, Suriye’deki askeri üslerini boşaltır mı?
Diktatörlükler biter mi? Ortadoğu kimyasal silahlardan temizlenir mi?
“İsrail-Filistin meselesi çözülse diğer işler de çözülecek,” denir; o vakit bu
meseleyi çözmeyenler kimler?
Türkiye’nin
durumu ne? Türkiye konuları nasıl değerlendiriyor? 1) “One minute” ve “Mavi
Marmara” olaylarından sonra Türkiye, İsrail ile küs durumdadır. İsrail özür
dilerse ilişkiler normalleşme yoluna girecek. 2) Ve şimdi, “Sınırda düşürülen
uçak” olayından sonra Türkiye, Rusya ile küsüştü. Vladimir Putin, Türkiye özür
dilerse ilişkiler normalleşecek dedi.
Türkiye
2000’lerin başlarında farklı bir yerdeydi, bugün daha başka bir konumdadır.
Daha fazla Ortadoğu ile ilgilenmektedir. “Sıfır Sorun” dediği halde sorunlar
kendi inisiyatifinde veya değil, giderek artmış görünüyor. Yetkililer, “Türk
tarafı böyle olsun istedi ama karşı taraf istemedi,” diyebilirler. Peki, bu
meselelerden Türkiye’nin en istemediği konu nedir? Buna kötü senaryo diyelim:
“PKK üzerinden tartışılan bölünme ve Irak-Suriye-Türkiye Kürtlerinin denize
açılımı olan Büyük Kürdistan Devleti’ni kurmaları.” Bu mu? O vakit şu soru akla
gelir: Türkiye’nin güneyindeki bu oluşumlar en çok kimin işine yarar?
Gidişata
bakılırsa dış politikada dikkate alınan güçler dengesi ve yürütülen politikalar
pek uzun soluklu değil. Her bir olaydaki haklılıklara bakılmamalıdır, elbette
haklılıklar var; buralardaki doğruları tartışılmamalıdır, elbette doğrular var.
Daha köklü meselelere bakılmalıdır, bu meseleler iyi anlaşılmalıdır. Bölgede
köklü meseleleri ustalıkla yönetenler ve çok uzun vadeli kazanımlar peşinde
koşanlar var. Türkiye de isabetli bir vizyon peşinde koşmalıdır.
Örneğin
Türkiye’nin nükleer gücü var mı? Yok. Olsun mu? Kişisel fikrimi sorarsanız,
“Değil Türkiye’de, kimsede olmasın,” derim. Peki, devlet politikasının arka
planında bu tür bir amaç var olsa, ki yok, acaba gerçekleştirmek mümkün olur
mu? Olamaz.
Uluslararası
gözle bakalım, halen nükleer kabiliyeti olan ABD, Fransa, İngiltere veya
diğerleri gibi bakalım; İsrail bölgede nükleer kabiliyeti olan tek ülke olarak
kabul görmüş halde değil midir? Bunun dışında bir yatırıma girecek olanlar
mutlaka bir planla karşı karşıya kalırlar. İran çok direndi, Rusya gibi başka
ülkelerden de destek aldı, ama daha bir silah edinemeden kontrollü ülkeler
sınıfına girdi. Rusya, Akkuyu’da bir nükleer santral yapılması için Türkiye ile
anlaştı. Yaşanan olaylardan sonra proje askıya mı alınacak acaba? “Önce
geciktirelim, sonra icabına bakarız” mı denecek?
Peki,
Suriye’deki üslerinde dahi olsa, bölgede Rusya’nın nükleer gücünün bulunması
bir denge unsuru kabul edilebilir mi? Eğer bu bir denge ise Türkiye Rusların
bölgeden uzaklaşması yönündeki politikalarda nasıl pozisyon almalıdır?
Biliyoruz ki İsrail, Batı ve Atlantik İttifakı, Rusya’nın Suriye’deki varlığını
sorguluyorlar. Acaba Türk tarafı da Rusya’nın pozisyonu için İsrail veya
Amerika gibi mi düşünüyor?
Sonuç olarak
şunu söylemeliyim: 1) İsrail’e ayrıcalıklı yaptırımlar uygulanmamalıdır.
Ortadoğu’da özellikle nükleer silahlanma alanında İsrail tek güç olarak
bırakılmamalıdır. Bir şekilde güç dengelenmeli veya İsrail’in bu kabiliyeti
söndürülmelidir. Bu konu çözülmeden diğer konularda ilerlemek de
güçleşmektedir. 2) Türkiye kendi çıkarlarını tekrar gözden geçirmeli ve
özellikle Ortadoğu’da uzun vadeli bir güvenlik planlaması içinde olmalıdır.
Çünkü her hâlükârda (Türkiye ile iki küs başat ülkeden biri olan) İsrail
“nükleer caydırıcılık” dahil her türlü gücünü kullanan taraf halindedir.
Şimdiki duruma bakarak ifade ediyorum, hadi İsrail ile küslük ne ise, öteden
beri İsrail’in gücüyle ters düşen politikaları olan ülkelerden İran, Rusya ve
hatta Mısır ile Türkiye neden küs? Yoksa Türkiye bazı ustalıklarla birilerine
küstürülüyor mu? Türkiye ve Rusya, Suriye sınırı üzerin birbirine ateş ederken
bakın İsrail’e, ne görüyorsunuz? İsrail’in Suriye hakkında tasalanabileceği bir
konusu var mı? İsrail’in hiç kaybettiği oluyor mu?
LİNK
: [1] http://nationalinterest.org/feature/welcome-israeli-nuclear-weapons-101-13882
KAYNAK : https://www.politikmerkez.com/konular/politika/ortadogu-meselesine-nukleer-pencereden-bakinca/